Çoğunlukla kapalı ve yağışlı geçen bahar aylarından sonra yaz ayları da çok farklı geçmiyor. Haziran ayında olmamıza rağmen güneş çok kısa süre yüzünü gösterip bizleri ısıtabiliyor. Sonrasında hemen kara bulutlar ve yağmur. Yine böyle bir hafta sonunda kapalı havaya rağmen belki yağmurda veya dramatik gökyüzünü fon yaparak güzel bir şeyler yakalarım düşüncesiyle biraz şehirde çekim yapmak istedim. Gök yüzü ile kontrast oluşturan ve cephe ışığı ile aydınlanan Ankara’nın tipik manzarası, evler… Birbiri ardına dizili ve toplu bakınca desenli bir tepe görüntüsü veren sıkışık bir mahallenin uzaktan görüntüsü… Az dışarıya çıkınca tek katlı gece kondu tipi evler ve etraflarındaki çayırlıklarda inekler, koyunlar… Bu çekimler kısa sürede beni sıkmaya yetmişti. Güzel portre verebilecek insanlar da vardı ama gidip derdimi anlatıp, izin isteyip, doğal bir halini yakalamaya çalışmak şu anda hiç sevimli gelmiyordu. Kendimi doğaya atmak istiyordum. Öğleden sonra çoktan olmuştu ve uzaklarda arazi yapmak için çok geçti. Ben de hazır çevre yoluna yakınken Kurtboğazı Barajına bir göz atayım dedim. Elbet bir şeyler çıkar…
Kurtboğazı Barajına geldiğimde her yer ıslak ve yem yeşildi. Tatlı bir rüzgar yüzümü serinletirken nazik olduğu için üşütmüyordu. Etrafta çok fazla kuş yoktu. Bazı sesler duyuyordum ama onları göremiyordum. Yavaş yavaş sesleri bulmaya çalışıp ilerlerken birden hemen solumda bana çok yakın konumdaki küçük çam ağacının zirvesine sevimli bir kuş kondu. Ağzında bir kaç tane kurtçuk vardı ve çok telaşlı hareket ediyordu. Hemen aracımın açık olan sol camının üzerine fasulye torbasını yerleştirdim ve kameramı da torbanın üzerine konumlandırdım. Bir kaç kare aldıktan sonra kuş daha da yakınlaştı. Sonra daha da… sonra daha da…
Bu kadar yakına gelmesi ve sürekli ötmesi normal değildi. Bu telaşlı ötüşü bana göl kenarlarında telaşla öten ve sizi kendisine çekmeye gayret eden kız kuşları ile kızıl bacak kuşlarını çağrıştırdı. Evet evet bu kuşun bu yakınlarda bir yuvası olmalıydı. Ağzında o kadar kurtçuğu yemeyip taşıdığına göre yuvada aç bekleyen yavrularda olmalıydı. Ben bunları düşünürken arabanın dibine kadar yaklaşmıştı bile. İşte o anda geriye çekilmem gerektiğimi fark ettim. Muhtemelen yuvasının çok yakınındaydım. Elimi vitese götürüp geriye taktım ve yavaş yavaş geri gitmek için motoru çalıştırmaya hazırlanırken kuş birden hemen sağ tarafımda duran duvarın yüzeyinde bulunan küçük bir delikten içeriye girdi. Evet yuvası oradaydı. Ve bana rağmen yuvaya girme cesareti göstermişti. Ben yine de daha rahat girip çıkması için aracı çalıştırdım ve bir kaç metre geriye çekilip aracı tekrar durdurdum. Kuş hızla yuvadan çıktı ve tam bu sırada bir başka kuş yine aynı çam ağacına kondu. Yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı… Sonra o da yuvaya girdi. Bu yavrular çok şanslıydı. Hem anneleri hem de babaları bol bol yiyecek getiriyorlardı.
Bu trafiği bir süre izledim ve bana yaklaştıkları noktalarda fotoğraflarını ve videolarını çektim. Çok daha fazla fotoğraf ve video çekmek istiyordum. Çünkü bu sevimli kuş çok küçük ve çok hareketliydi. Her defasında da ağzında bir şeyler oluyordu. Güzel poz veriyordu. Ama ışık olmadığı ve zoom lensim f/8 değerinde ancak keskin görüntü verebildiği için fotoğraflar net çıksın diye iso değerini arttırıyordum. Aşırı gren oluşmaması içinde iso değerini çok fazla arttırmak da istemediğimden elimden geldiğince çok fotoğraf çekerek daha net fotoğrafların sayısını arttırmak istemiştim. Ama bu yuvanın yakınında daha fazla kalmamam gerektiğini de biliyordum. Aslında benden rahtsız olmuş gibi de durmuyorlardı. İşler yolundaydı. Duvar yol kenarında olduğu için zaten sürekli önünden birileri ve araçlar geçiyordu. Alışık olmalıydılar. Ama ben biraz daha çekim yaptıktan sonra yine de uzaklaşmak ve onları rahat bırakmak istedim. Akşam olmadan iyice yavrularının karnını doyurmaları önemliydi.
Oradan uzaklaştım ve çektiğim fotoğraflara şöyle bir göz attığımda türün çam baştankarası olabileceğini düşündüm. Telefonumda kayıtlı sesini buldum ve sesi dinlediğimde az önce telaşlı ebeveynlerin sesleri ile aynı olduğunu görünce kesin tanıyı koymuş oldum. Bu gün bir dişi bir de erkek birey Çam Baştankarası çekmiştim. Ama hangisinin dişi hangisinin erkek olduğunu hala bilmiyorum 🙂
Bu maceradan sonra baraj etrafında başka bir aksiyon olmadı. Ben de bir süredir aklımda olan ama bir türlü gitmediğim kent ormanına girmeye karar verdim. Kent ormanında hiç kimseler yoktu. Ortam o kadar sessizdi ki rüzgardan başka bir ses yok gibiydi. Araçtan indim ve kameramı elime alıp hafif yamaç bir alana doğru yürümeye başladım. Ormandan çıt çıkmıyordu. Bu nasıl orman böyle… Ormanda hiç hayvan olmaz mı… Memleket ne hale gelmiş… vs. gibi düşüncelerle söylenirken birden az ilerde soluma doğru saat 10 yönünde 🙂 bir tilki gördüm. Evet bu bir Kızıl Tilki idi.
Hemen pozisyon alıp bir iki kare aldım. Fidanlar ve yerlerdeki dal parçaları tilkiyi tam olarak görmemi engelliyordu. Ben de tilkiyi takip etmeye başladım. Ara ara durup fotoğraf da çekiyordum. Aracı bıraktığım toprak dağ yoluna çıkacağını anlayınca ben de hızlandım ve yoldan karşıya geçişini çekmek için ondan önce yola çıktım. Bir dizimin üzerine çöküp geçişini beklemeye başladım. Aslında beklemek de denmez. Hemen gelmişti çünkü. Karşıya geçerken yolda sadece ikimiz olmamıza rağmen ve ben sürekli deklanşöre basıyor, yani ses çıkartıyor olmama rağmen beni fark etmemişti. Bu nasıl tilkiydi böyle…
Karşıya geçtikten sonra o alandaki bazı fidanlara kendi kokusunu bırakmaya başladı. Malum bu hayvanların koku bırakma tekniği 45 derece açı ile fidanın dibine ve bazen tepesine idrarını bırakmaktan ibaret 🙂 Yer işaretleme faaliyetlerini icra ederken ben de hızımı kesmeden fotoğraf çekmeye devam ediyordum. Hala beni fark etmediği için göz teması olan bir kare yoktu. Fotoğraflar ya yandan ya da arkadan oluyordu. Sahi o kadar takip etmeme rağmen neden beni fark etmemişti. Çok mu dalgındı… Yoksa ben mi çok sessizdim…
Bu durumu çözmek için kendisine seslenmeye karar verdim. Önce ıslık çaldım ama hiç oralı olmadı. Sonra tek sesli heceler ile seslendim. Hooo, hööö, heey… Yine olmadı. En sonunda “birader kolay gelsin. Merhaba.” Demek zorunda kaldım ve işte o zaman beni fark etti. Fark etti ama adeta bakışları donup kaldı. Bir süre şokta gibi uzun uzun baktı. Bakışları sert ve öfkeliydi. Beni görünce kaçması gerekiyordu ama demek ki o kadar dalgındı ki beni görünce neye uğradığını şaşırmıştı. Bir süre bakıştıktan ve ben epey fotoğraf çektikten sonra tilki hareketlendi ve ağaçların arasına doğru gizlenmeye çalıştı. Ben de tekrar peşine takıldım. Daha bir kaç adım atmıştım ki ağaçların arasından tekrar çıktı ve yine bana anlamlı veya belkide anlamsız ama sert bakışlar attı. Daha sonra kaçmak aklına gelmiş olmalı ki birden koşmaya başladı. Uzaktan bana bakarken bir kaç fotoğrafını daha almak için kendisine seslendim. Ooop birader, hoouuu… İşe yaramıştı. Dönüp baktı ve bende deklanşöre seri bir şekilde bastım. Sonra bu muhabbet sona erdi. Ağaçların arasından geçip yamaçtan aşağı indi ve gözden kayboldu.
Kısa bir zaman diliminde tamamı yüksek iso değerlerinde biraz grenli ama çok güzel olmasa da keyifli fotoğraflar çekmiştim. Bazen tüm çabalarınıza rağmen kafanızdaki kompozisyonu oluşturmaz ve istediğiniz fotoğrafı çekmezsiniz. Ve dersiniz ki “en iyi fotoğraflarım henüz çekmediklerim” 🙂 Ama keyfi sizinle kalır. Tertemiz, oksijen dolu hava ve sevimli yabani hayvanlar sizin tüm yorgunluğunuz alıp götürür. Hafifçe yağan yağmur yüzünüzdeki asık çizgileri yıkayıp yerine gülümseyen damlalar bırakırken…
コメント